29 Nisan 2014 Salı

İzmir, Üniversite, Staj

Bugün bir güzellik yaptım ve derse gitmedim. Çünkü sonrasında seminer falan geçen sene dinlediğimiz konuları yeniden dinlemek yerine mühendisliğe artık ilk adımımı attım ve staj yeri onayımı aldım. Belgelerimi tamamladım ve tarihler kesinleşti yani artık işin içine girmeye başlayacağım...



Staj merkezinden Ege Üniversitesi yürüyüş mesafesi ile 10 dk falanmış haritadan yolu takip ederek vardım. Hatta okula vardım ki telefonum kafayı yedi, arkadaşlarla haberleşemeden eve döndüm. Tabi ki bu sırada Ege'de minik bir tur attım ve aklımda bir sürü soru ama en önemlisi ' Arkadaş burası üniversite ise bizimki ne?' farkına vardım ki köy enstitüsümüş bizimki. Her yerden bir sürü çeşit insan var ve sürekli yaşayan bir kampüs yarım saat falan dolaşmışımdır içinde roman havasında oynayanlar, devrimciler, tiyatrocular, anketörler, çimlerin üzerine yayılmış öğrenciler, ders çalışanlar.... anlatsam bitmiyor. Bizimkinde ise servis bekleyen öğrenciler ve ders saati bekleyen öğrenciler var. Herkes saat dolsa da eve dönsem modunda. Ya Ege'nin içinde metro var bir kere :D Ona binerek boynum bükük bir halde yollandım eve! İçimden ' Tee ilk sınava girdiğimde Ege'ye gelmeliydim yakınmasıyla.'



İzmir, güzel İzmir niye böyle kokuyor diye düşünmeden edemedim Halkapınar'a geldiğinde metro. Biz dere o kadar mı pis kokar ya! Hani bütün şehrin kanalizasyonu oraya dökülüyormuş gibi leş bir halde. Yakıştıramadım. Umarım en kısa zamanda bir çözüm bulurlar, yoksa havalar biraz daha ısınınca nasıl olur bilemiyorum.


27 Nisan 2014 Pazar

Bahar

Şu anda dışarıda gümbür gümbür gürleyen gök, şimşekler ve sağanak bir yağmur var. :Nisan yağmurlarının sonuna gelmişizdir umarım. Gerçi yağmurlu havaları severim, hep güzel anılarım vardır bahar yağmurlarında..

Eh baharın gelmesi demek çiçeklerimizin de rengarenk açması demek bir kaçı bizim bahçemizden bir kaçı da dedemin bahçesinden görüntüler ;-)












23 Nisan 2014 Çarşamba

Biri!

Bir itirafım var!
Hep dış güzelliklerine göre hoşlanmışımdır,
Çünkü hiç tanışacak cesaretim olmadı.

Lakin sevdim dediklerim hep tanıdıklarımdır.
Arkadaşlarım arasından, en özelleridir
Bir elin parmakları kadar yoktur sayısı daha



Aşk?
İşte onu bilmiyorum...
Her gördüğünde kalbinin yerinden çıkacak gibi olması,
Karnında tarifsiz bir hareketlenme
Ve yüzüne sıcak basmasıysa...
Ellerinin terlediği,
İki kelimeyi bir araya getiremeyip saçmaladığın durum ise
Bir kere oldu öyle.

Bir daha öyle hisseder miyim bilmiyorum..
Sanmıyorum, inancım kalmadı artık,
Oysa Salem Kralı Melkisedek;
'Sadece inanırsan kazanırsın, işaretlere dikkat et!'
Demiş bizim çobana.

Oysa işaretin ne olduğunu nasıl bilir insan,
Ki bilse bile, yeterli midir hayatını değiştirmeye?

İşte öyle biri olmalı ki benim sevdiğim!
Hayatımı değiştirmeli,
Teninin, saçının rengini bilmem ama
Gözlerinin rengi, neşe ışıltısı olmalı.
Kahkahasını yedi cihan duyabilmeli.

Tutup ellerimden,
Dünyanın yedi harikasını gezdirmeli beni.
Hani öyle biri olmalı ki!
Yanında zamandan sıyrılmalı,
Sonsuzluğu yaşamalı.

En değerli hazinem olmalı ki!
Karun kıskançlığından peşime düşmeli.
Bilgeliği Athena ile yarışmalı,
Aşkı İsis gibi olmalı.
Öyle biri olmalı ki işte!
Hikayeler sönük kalmalı.


21 Nisan 2014 Pazartesi

Bu haftasonu

Aslında pek bir şey olmadı. 

Ama garip ama güzel zamanlar geçirdiğim doğrudur.
 Mesela açık öğretim sınavından hemen sonra başladığım kısa yürüyüş 'Challenge Accepted!' nidasıyla eve yürüyüşe döndü. İzmir içinde üç ilçe değiştirerek eve vardım. Toplam 6 km miş sonradan yaptığım hesaba göre.



Pazar günü ise hiç bilmeden tahminen bindiğim otobüsün beni bıraktığı bilinmezlik ve o bilinmezliğin olduğu yerdeki onlarca meslek lisesi beni gerçekten şok etti. Hiçliğin ortasına okul kurmuşlar ve bu hiçlik İzmir'in en işlek semti Alsancak'ın 2 km yanında. 

Bu arada unutmadan İzmir Kitap Fuarı açıldı. Pazar günü sınav çıkışında gittim ve gezemedim diyebilirim çünkü çok kalabalık, kitap fuarından çok insan fuarına dönmüş biraz. Daha önceden aklımda olan kitapların fiyatlarına göz attım. Şans eseri indirimde olduğunu gördüğüm Sherlock Holmes ve Anna Karenina kitaplarını alınacaklar listeme ekledim ve fuar içinde geçen iki saat sonunda yorgunluktan ölmüş bir şekilde güruhla birlikte dışarı ulaştım. Hatta bütün her yeri onlarla beraber bile gezdim diyebilirim, itiş kakış çünkü ortalık.
Neyse perşembe veya cuma günü belirlenen kitapları alıp çıkacağım. Fazla indirim de göremedim zaten nasıl fuarsa...



Pazar gecesi sabahın ilk ışıklarına kadar teknik rapor ödevini tamamlamakla uğraştım ve yarım yamalak bir şekilde de olsa bugün teslim ettim, önümde hazırlanması gereken bir ton sunum ve raporları ise yapılmayı bekliyor.

Ah unutmadan! Derslerin çıkışında fakülte önünde en üst basamaktan başlayıp on merdiveni seke seke aşağıya kadar inip bir güzelde yerde sektim. Denemenizi tavsiye etmem ama eğlenceli olduğunu itiraf edeyim  :D



16 Nisan 2014 Çarşamba

Eski resimler

Bütün hikayeler aslında eski resimlerin arasında saklıdır...

Ders çalışmam gerekiyor, ama çalışasım hiç yok ve bunun üzerine hasta da olunca ne yapacağımı şaşırdım. Bilgisayarın içindeki resimleri kurcalamaya başladım. Tumblr, Instagram, Facebook ve Twitter'den paylaşılan resimlerden yaptığım mini bir koleksiyonum varmışta haberim yokmuş. Aklımda güzel anılar canlandıranlardan ve beğendiklerimden bir kaçını sizlerle paylaşayım bu gizli hazineden ;)

Genel olarak

Açılımı gerçekten bu olabilir :)

Adam Dean ya!

Bilinçaltı işte

Harbi :D

Bana aşktan bahsedildiğinde

Yürrüüü bea!

Bazı günler vardır

Ted = Me

Gelecekteki kızım ^.^

Master Yoda!

Merida

Kesinlikle!

Ders çalışıyorken hissettiğim

En yakın zamanda yapmak istediğim!

11 Nisan 2014 Cuma

Sorgulama

Çok sorgulayan bir yapım var. İyi midir? Kötü müdür? Bilmiyorum..

Bazı şeylerin neden yapıldığını, nasıl yapıldığını neden öyle değil de böyle yapıldığını falan da çok düşünüyorum. İnsanları gözlemlemek, davranışlarını tahmin etmek hoşuma giden minik bir oyundur. Tabi ki insan doğası kaos teoreminin göbeği gibi olduğu için beklentilerle, yapılanlar pek birbirini tutmuyor.

Lakin özellikle insanların yaptıkları işlerde mevcut düzeni koruma eğiliminde olduklarını söyleyebilirim. Tahminimce ilk başlarda oda bunun gereksiz olduğunu fark etmiş sonrasında bu duruma alışmış ve sorgulamadan aynı şekilde işini sürdürmekte, memurlukta bu duruma daha fazla rastlıyorum.


Alışkanlıklar, her ne kadar doğamızda kaotiklik olsa da değiştiremediğimiz durumlardır. Alışmış kudurmuştan beterdir derler ya aynen o. Birine alışkanlığının aksini yaptırmaya çalış daha büyük bir inatla bildiğini yapmaya devam edecektir. Aynı durum kız-erkek ilişkilerinde de benzer bir şekilde sanırım, sürekli kavga eden çiftlerin ayrılmak yerine o kadar yıldır beraberiz deyip devam etmesi bana göre bir alışkanlık belirtisi. Ya kavga etmeninde bir adabı olur başladığınız ilk günden beri bir didişme varsa olmuyordur işte zorlamanın gereği yok. Ah gönül bu... ile başlayan cümleye artık inanmıyorum. Konmasını istediğimiz şeyi biz seçiyoruz, sonrasında ise gelişen tüm olayları da kaderin cilvesine çeviriyoruz.

Bu arada kendimi de sorguluyorum bu aralar, neden bir pus var zihnimde diye. Mesela dış görünüş itibarıyla çok soğuk biriyim, birisi konuşmaya gelmek istese gelmez yani o kadar. Sonradan samimi olduğum arkadaşlar arasıra tanışmadan önce beni ukala, kasıntı, egoist ve narsist olduğumu düşündüklerini söylemişlerdir. Eh belki de öyleyimdir çünkü benim kendimi anlatmam yanıltıcı olabilir. Yakışıklı biri olmadığımı söylerim genellikle ama zor beğenen biri olduğum kesin. Doğru kelime zor beğenen değilde küçük detaylara dikkat eden daha iyi olacak sanırım. Ah birde bu aralar şu kızın dediği gibiyim :)





Ayrıca Joe gibi 'erişkin' bir arkadaş lazım :D







7 Nisan 2014 Pazartesi

Beklenen diziler

Beklenen diziler, filmler derslerin vizeleriyle birlikte başlama kararlılığını gösterdiler. Önce Fairy Tail ve arkasından Game of Thrones en çok beklediklerimdi. Ve muhteşem bölümlerle uzun bir aradan sonra geri döndüler.

Fairy Tail müzikleri ve atmosferiyle sizi içine çeken muhteşem bir anime dizi. Büyücüler, Ejderhalar iyi e kötü taraflar hepsi bu loncada :-)




Game of Thrones'te olaylar ve kitapları okumayanlar için ön görülemez derecede kaotik bir senaryoya sahip fantastik dizimiz. Dizinin bu kadar güzel olmasında kitapların yazarını, yönetmeni ve oyuncuları gerçekten tebrik etmek gerekir. Hep beraber kurtları sevdik, Ned'e üzüldük, Stark ailesinin kıyılmasına kahrolduk. Jofrey'e küfrederek stresimizi attık. Khalesiye hayran kaldık, adam gibi adam bastardımız Jon'a 'Sen napıyorsun olum' diyerekten yakındık. Hodor'u bağrımıza bastık, Arya'nın dik duruşunu izledik.

Ve neler olacağını heyecan içinde bekliyoruz...

Dizide üç tane hayran olduğum kadın karakter var.

Daenerys Targaryen karakteri beni büyüsü altına aldı diyebilirim.



Margaery Tyrell'i ise siması, gülümsemesi ve bakışlarıyla hoş bulduğum ama nedenini bilmediğim yadsınamaz bir gerçek.



Son olarak vahşi kızımız Ygritte. Dizide ilk göründüğü andan itibaren kendisine aşığım.




Ve durumlarına acıdığım, kendimden birer parça bulduğum üç adam var.

İlk olarak ölümüne üzüldüğümüz, böyle olmamalıydı dediğimiz Ned Stark.



Görev mi daha büyük Aşk mı? Arada bir yerde gezinen kafası karışık Jon Snow.



Son olarak  arada kalan hep dışlanmış Tyrion Lannister.


3 Nisan 2014 Perşembe

Sıkıntı

Vizeden çıktığımdan beri garip bir ruh hali içindeyim...
Hani o bezmişlik vardır ya! İşte öyle bir şey yakaladı beni hala bırakmadı.
Sınavda o kadar kötü değildi hani, orta şekerli.

Fakat bir eksiklik var, sanki bir şey yapmalıymışım da yapmamışım. Almam gerekliymiş de almamışım gibi. Bulamadım bir türlü!

Havaların ısınması hani o insanın içini hareketlendiriyordu ya o da yok oldu birden.
Oysa mutlu olmam gerekir ama eksik bir şey var işte. Neyse bulamadım, aklıma gelmiyor bir türlü...


Uzun zaman sonra yeniden dikkatimi çekti, o uzun boylu zayıf, sarışın güzel kız. Çimen yeşili gözlerine bakmaya doyamazsınız görseniz. Konuşmak istedim önce sonra vazgeçtim, içimden 'Sade güzelliğiniz ve duruşunuz göz kamaştırıyor' dedim kendi kendime. Sonra otobüs hareket etti ve yolu seyrettim.

Genelde utangaç biriyimdir, pek insanlara sokulmam ama ilk defa biriyle konuşasım geldi uzun zaman sonra ve vazgeçtim.



Yapamazdım zaten, çünkü gün geçtikçe çevremdekileri izledikçe fark ediyorum ki sohbet edebilecek pek bir şeyim yok. Zihnimin içindeki dünyaya gittikçe daha fazla kapanıyorum. Orada ümitler, hayaller, amaçlar, gökkuşakları, pokemonlar, transformerslar var. Mutlu muyum? Değilim sanırım ama mutluymuş gibi davranabiliyorum, büyük bir yalan olduğunu bile bile...

Sanırım eksik olan, aranan belli. Artık bir uğraş sarfetmiyorum insanlara, kendi yalnızlık kalemde o kadar çok vakit geçiriyorum ki konuşmayı unutacağım sanırım.



Özlediğim şey belli, bir kızla dolaşmak, sohbet etmek, çimlere oturup çiğdem çitlemek, sinema filmlerinin içinde kaybolup, bir buluşmaya çiçek ile gitmek, son lokmaları hızla yeyip otobüse yetişmek, iki şişe bira devirip, nefis kokan birer bardak sıcak kahvenin muhabbetini özledim...



Peki öyle şeyler yapabilecek miyim? Hayır! Çünkü artık savaşmaktan yorulmuş, girmiş olduğu bütün savaşları ağır bir şekilde kaybetmiş bir şövalyeyim...